Sabahattin Ali’nin tartışmasız güçlü kaleminden bir eser hatta son kitabı Kürk Mantolu Madonna başyapıtı. Daha ilk satırlarıyla insanın ruhuna yaptığı ressam misali fırça dokunuşları farklı bir dünyanın, Raif’in dünyasının, kapılarını aralıyor size. Yavaş yavaş ama mütemadiyen içine çekiyor sizi.
Hayatınızdaki hiçbir neden yokken değer vermediğiniz ya da sizin için az değerli kimseleri hatırlatıyor. İnsanlara, sırf insan olduğu için değer verin diyor. İnsanları görüntüleriyle yargılamayın, onları her insan gibi doğuştan sahip olduğu birtakım haklarından dolayı saygı gösterin diyor. Ve tabi gözleri çevrenizdeki sessiz insanlara çeviriyor. Hayatın o zor, sancılı cihetinin yalnızca size değil tüm insanlara benzer veya tamamen farklı sıkıntıları ihtiva ettiğine gözler önüne seriyor. Bu kitaptaki Raif Efendinin de kaderin sillesinden nasibini aldığı aşikâr sanıyorum. Hayatını, fıtratının -esasen kendisinin de bildiği üzere- birçok çekincesi, yaşamak istemediği bir hayatın bulanıklığıyla sarıyor bedenini. Kürk Mantolu Madonna’yı okurken Stephen Hawking’in bir sözü geldi aklıma. “Quiet people have the loudest minds.” Raif Efendinin herkese muayyen cihetinin yanı sıra Berlin’deki tamamıyla farklı yaşantısı, aşkı, Maria’sı…
Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendisinin Berlindeki Hayatı
Berlin’deki hayatı vuku buluyor dimağlarınızda. Raif Efendinin gittiği herhangi bir sergiden bir tablonun hayatına bir anda nasıl bu denli anlam kattığına hayretle tanık oluyorsunuz. Sabahattin Ali,Toplumcu – gerçekçilikle yazdığı bu eserinde hiç çizgisini bozmuyor. Bir an olsun bu kadarı da olmaz demiyorsunuz. Simalarınızda bıraktığı buruk acıyla okumaya devam ediyorsunuz. Maria’nın mektupları kesilmesin istiyorsunuz. Gözden ırak olan gönülden de ırak olmasın istiyorsunuz. Amamektuplar gelmemeye başlayınca, hazin bir son istemeden de olsa aklınızın bir köşesinden
süzülerek yükseliyor. Satırlar Raif Efendinin kalbini dökerken sizden de bir şeyler koparıp götürüyor. Şakaklarınızdan bütün vücudunuza yayılan ürperti sonrası kesif bir sıcaklık, hayatın gerçeklerini tokat gibi vuruyor suratınıza. Herhangi bir sevdiğinizin bir gün olacak muhtemel kara haberi omuzlarınıza bir ağırlık bindiriyor. Sonra Maria’nın sürprizi önce acı bir tebessüm ettiriyor, Raif Efendinin imkansızlıklarıyla tekrar soluyor çehreniz. Kitap birçok tema ihtiva ediyor. Yalnızlık, sevgi, tutkulu bir aşk, yabancılaşma… Tabir caizse hepsini dibine kadar yaşatıyor. Sanıyorum şu satırlar kitabın özünü oluşturuyor:
”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!… Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
Add Comment